Tüm Alışverişlerinizde Kargo Bedava...

GÖZLÜKLERİN VE LENSLERİN TARİHÇESİ

GÖZLÜK TARİHÇESİ

Optik gözlük, çerçeve ve lenslerin çeşitleri ve özellikleri, insanların ihtiyaçları ve sağlık gerekleri için devamlı evrim göstermiştir.

Gözlükçülükte kullanılan çerçeve ve lenslerin tarihçesini ve gelişmelerini gözlemlersek, ileride bu sektörde olabilecek gelişme ve teknolojileri takip ederek öğrenmenin gerekliliğini görürüz.

Görme optiği ve lenslerle ilgili ilk araştırmaları yapan, 965 yılında Basra’da dünyaya gelen, Ebu Ali El Hasan İbn El Haytam (İbn El Haytam, İbnü’l Heysem ve Alhaze olarak da tanınır) döneminin en büyük araştırmacılarından ve İslam fizikçilerindendir. 996-1020 yıllarında Akademi adı verilen bir okulda çalışmak üzere Kahire’ye gitti. Kendisi hiçbir optik yardımcı gereç üretmemiş olmasına rağmen, optik bilim dalının gelişiminde ve daha sonra gözlüğün keşfine sebep olan adesenin icadına yol açmasında çok önemli katkılarda bulunmuştur. Bizim için bugün en önemli eseri olan ” Kitab’ül Menazır” (Optiğin Hazinesi) orta çağ’da optik anlayışının ilk temel tasını oluşturmuştur. Optik ile ilgili çalışmalarını 7 kitapta toplamıştır.

Bu kitaplarda;

1. Genel olarak görmenin yapısı,

2. Nesne niteliklerinin net ayrımı, nedenleri ve gözün onları nasıl algıladığı,

3. Doğrudan görüşte optik yanılgı ve nedenleri,

4. Düzgün yüzeylerde gözün yakaladığı yansımalar,

5. Ayna akisleri yani düzgün yüzeylerde görünen resimler,

6. Yansıma sebebiyle optik yanılgı ve nedenleri,

7. Havadan farklı geçirgenliğe sahip maddelerin içinden görülen nesneleri ışık kırılmasından dolayı gözün nasıl algıladığı, konuları işlenmiştir.

İbn El Haytam’a ait gözün anatomisi tarifi, aslen Galenus’un tarifini temel almıştır. El Haytam kornea, esnek tabaka, gökkuşağı tabakası ve retina olarak dört göz tabakasından ve ayrıca kamara suyu, mercek ve cam madde olmak üzere üç farklı göz sıvısından bahseder. El Haytam görmenin, gözden çıkan ışınların cisimlere çarpmasıyla oluştuğunu iddia eden kendisinden önceki Yunanlı bilim adamlarının aksine, ışığın nesnelere çarpıp yansıyarak gözün merkezine ulaştığını ve görmenin bu şekilde meydana geldiğini açıklamıştır.

El Haytam’ın son dört kitabı ise katoptrik ve dioptri ile ilgili detaylı araştırmalar üzerinedir. Işığın ayna gibi parlak nesnelerde uğradığı değişimleri inceleyen yansıma; yani katoptrik, tok eskiden beri bilinen bir konudur. Nitekim Euclide ve ondan sonrada Batlamius ilk çağda bu konuyu araştırmış ve geometrik olarak incelemiştir. Euclide, herhangi bir deneye başvurmaksızın, ayna yüzeyine gelen ışının yüzeyle yaptığı acının, yüzeyden yansırken yaptığı açıya eşit olduğunu belirtmiştir. Bu gün Yansıma Kanunu adı verilen bu ifadeyi daha sonra Batlamius benimseyip doğru olduğunu deneysel olarak kanıtlanmıştır.

Batlamius konuyu incelerken iki temel ilkeyi benimsemiştir:

1- Gelen ışının normal ile yaptığı açı, yansıyan ışının normal ile yaptığı açıya eşittir. 2- Gelen ışın, yansıyan ışın ve normal ışın aynı düzlemde bulunur.

Yansıma ilkesini nedensel olarak kanıtlayan İbnü’l-Heysem, daha sonraları kırılma konusunu da incelemiştir. Bu konu kendinden önce Cleomedes ve Batlamius tarafından da ele alınmıştır. Batlamius, yansımada olduğu gibi bu konunun da temel ilkesini belirlemeye çalışmıştır. Ancak bu gün “Kırılma Yasası” adı verilen yasaya ulaşılamamıştır. İbnü’l-Heysem de bu yasayı elde etmeyi başaramamıştır. Bu yasa çok sonraları Snell (1580-1626) tarafından bulunmuştur ve Snell Kanunları olarak bilinir.

İbn’ül-Heysem, ışığın merceklerden geçişi konusunu da inceledi. Işığın kırılmasının nedeninin hava, cam ve su gibi farklı ortamlarda farklı hızlarla hareket etmesi olduğu sonucuna vardı. Bu fikir, 17.yy’da Kepler ve Descartes tarafından kullanıldı.

Gözlüğün XIII’ üncü yüzyılın sonlarına doğru Bacon tarafından icat edildiği rivayet edilmektedir. İlk zamanlarda gözlüğün daha ziyade lup ve pens şekilleri kullanılıyordu.

1240 yılında Erosmus Golek Vitello (1220-1280) Kitab’üI Menazır’ı Latince’ye tercüme etti ve bu vesileyle kitabı okuyan bazı yetenekli rahipler, yarım küre şeklinde bir plan konveks merceği yani adeseyi (diyoptriyi) icat ettiler. R. Bacon (1214-1294), 1267 yılında “Opus Majus” adlı eserinde diyoptriden bahsetmiştir. Batının din kökenli akademisyenleri, doğunun bilimcisi Alhazen’in keşiflerini 200 yıl sonra pratikte uygulamaya geçirdiler. İsveç’te Visby’de, 11’inci yüzyıldan kalma asferik büyüteç merceğin bulunuşu sayesinde İbn El-Haytam’ın kitabı ile 13’üncü yüzyılda Avrupa’da ilk merceklerin icadı arasında geçen süre ile ilgili şüpheler vardır.

Gözlüğün oluşma sürecinde küresel segmanlar daha yassı ve bikonveks olarak tıraşlanmaya başlandı. Bu mercekler, okunacak olan yazının üzerine koyulur. Ve böylece büyüyen yazı daha kolay okunurdu. Bunlara okuma taşı denirdi. Roger Bacon (M.S 1214-1294) üzerinde birçok çalışmalar yaparak okuma taşını daha da geliştirmiştir. Okuma taşı daha çok kuartz ve dağ kristallerinden yapılırdı. Ayrıca beril dediğimiz taşlarda kullanıldı.

13.yy sonlarında o zamana kadar yarı küre şeklinde kullanılan camlar, düz cam şeklinde tıraşlanmaya başlandı. Bu şekilde bakış alanının genişlediği tespit edildi. Daha sonraları her iki göz içinde ayrı camlar kullanılmaya başlandı. Bu gelişim süreci içinde gözün önünde tutularak kullanılan bu camlar çerçevelerin içine konularak birbirleri ile birleştirildi. Perçinli gözlük diye bilinen bu gözlükler demir, tahta veya boynuzdan yapılırdı. Kulak üstünde durmaları için hiçbir tedbir alınmamıştı ve sadece göz önünde tutularak kullanılırdı.

14. yy sonlarına doğru gözlük, teknik açıdan daha da gelişti. Perçinli gözlük sadece birbiriyle birleşmiş iki parçadan ibaret iken yeni yapılan köprülü gözlüklerde çerçevelenmiş camlar yarım ay şeklindeki bir köprü sayesinde birbirine bağlanmıştır.

Basit bir tasarım ile taşınan, şapkaya bağlanan gözlükler, gözlük kullanımını kolaylaştırmıştır. Bu tür gözlükler 15. yy ve 18. yy arasında kullanılıyordu.

Okuma taşının gelişim sürecinde 14.yy’da okunacak yazıların üstüne konularak veya gözün önünde tutularak kullanılan okuma taşı 16.yy’da kaş ve elmacık kemiği arasına sıkıştırılarak kullanılmaya başlanmıştır.

Gözlük 16.yy sonlarına doğru, taç şeklinde bir demir halkaya bağlı çerçeveli camlarla kafaya takılıyordu. Bu gözlükte cam ile göz bebeği arasındaki uzaklığa dikkat edilmişti ve kulaklar ilk kez gözlükleri tutmak için kullanılıyordu. Taçlı gözlüğün gelişmesine paralel olarak perçinli gözlük de daha önce sabit olan perçinin hareket etmesi sağlanarak oynak bir eklem aracılığı ile geliştirildi.

Başlangıçta iki çerçeveli cam demirden veya bakırdan yapılmış bir köprü ile birbirine bağlanırken, daha sonraları çerçeve deri ile kaplı oynak parçalar takılarak, buruna değen plaketlerin baskıları azaltıldı. 17.yy ve 19.yy arasında kelebek gözlük çok yaygındı.

Burun üzerinde oluşan baskı kelebek gözlüğün en büyük dezavantajıydı. 16.yy sonlarında bir bağcıkla kafaya bağlama fikri doğdu. Bağcıklı gözlük olarak bilinen bu gözlükler kullanılırken kullanıcının elleri serbest kalıyor ve burunlarının üzerinde herhangi bir baskı oluşmadan rahatça kullanılabiliyordu. Günümüzde bile kullanılan Lorgnon cinsi gözlüklerin kaynağı ters tutulan perçinli gözlüklerdir.15.yy’da ortaya çıkan bu gözlüklere makaslı gözlük de deniliyordu. İnce işlenmiş ve değerli taşlarla süslenmiş çeşitleri olan Lorgnon daha çok kadınlar tarafından kullanılırdı.

18.yy başlarında çerçevelerin kenarlarına saplar takılmış ve sokak gözlüğü diye anılan gözlükler ortaya çıkmıştır. Kulak arkalarına daha iyi oturabilmeleri için sapların uçlarına küçük halkalar takıldı.

Gözlüğün icadı insanlık için büyük bir kültürel devrimdi. Başlangıçta yaşlılık dolayısı ile ortaya çıkan göz bozukluklarında düzeltme amacı ile konveks (dış bükey) mercekler kullanılıyordu. Yaşlandıkça görme yetenekleri azalan bilim adamları da gözlüğün icadı ile görme yeteneklerini tekrar kazandılar, okumaya ve yazmaya devam edebilme olanağı yakaladılar. Daha sonraları, tahminen 15.yy ortalarında miyopinin düzeltilmesine yarayan konkav (iç bükey) merceklerin kullanıldığı gözlüklerde yapılmaya başlandı. 700 sene süren bir gelişme sürecinden sonra bugün gözlüğün kullanılması, çeşitli kalitelerde satın alınabilmesi çok doğal gözüküyor. Bu durum her zaman böyle değildi. Geçmiş zamanlarda görme yardımı veren araçların yapılışı gözlükçü sanatkârların becerilerine bağlıydı. Bugün bile kaliteli bir gözlük ile ucuz gözlük arasında büyük farklılıklar vardır.

Bununla beraber madeni teller ve ince kayışlar ile kulaklara ve şapkaya tutturulan “besicle” adlı gözlüklerde vardır. Bu ilk çerçeve ön blokları presbiyopluğu düzeltmeye yarayan konveks camlar takıldı. Miyop camlar XV’inci yy. sonlarında yontuldu ve XVII’inci yy. ortalarına doğru genelleşti.

XIX. yy’la gelinceye kadar gözlükçülükte; iki yüzü sph veya bir yüzü düz öbür yüzü sph camlar kullanılırdı. Bu basit küresel camların ancak merkez kısımlarının net gördüğü, çevrelerinin kürelik sapma ve astigmatizma gibi kusurlardan dolayı, daha bulanık görüntü verdiği anlaşıldı. XIX. yy başlarında; İngiliz fizikçilerinden Wollaston, bu kusurların iyileştirilmesini araştırmaya başladı ve 1803’de Dollond’a yaptırdığı Meniskus (bir tarafı konveks, bir tarafı konkav) camların daha iyi olduğunu savundu. Fakat Wollaston’un nesriyatı XIX. asır optisyenlerinin alakasını çekmedi ve ıslah edilmiş camların yayılması için 96 yıl beklemek gerekti.

1899’da Fransız Ostwalt bükük camlar meselesini tekrar ele alarak uzun hesaplar ve tecrübeler neticesinde, meniskus konkav camların miyoplara büyük faydalar sağladığını buna karşılık konveks meniskus camların basit küresel camlardan üstün olmadığına kanaat getirdi.

Eski Yunanlı matematik ve fizikçi Arşimet cam prizmayı buldu. Efsaneye göre prizmayı güneşe tutarak oluşturduğu ısınlar ile Roma gemisini yaktığı anlatılır.

LENSLERİN TARİHÇESİ

Lensin keşfi tarih sayfalarında kaybolmuştur, fakat 4000 yıl kadar öncesine dayandığı biliniyor. Lens yapımının keşfinde iki ana aşama bulunuyor. İlki, bildiğimiz kumun soda ve kireç ile ısıtılarak yeni bir malzeme, diğer bir deyişle cama dönüşmesidir. Bu yeni malzeme çok sert ve pürüzsüzdür. İkincisi, aynı derecede önemli olan, şeffaf cam elde etmek için kullanılan kimyasal maddelerin hangi oranda katılacağının bulunmasıdır. İlk önceleri cam ürünleri büyük kütleler halindeydi. M.Ö. 1200’lerde cam, açık bir kalıbın üstüne bastırılarak üretilmeye başlandı.

BİFOKAL LENSLERİN TARİHÇESİ

Yıllar boyu, lensin sadece konkav yüzeyinde bifokal etki sağlanmakta iken, konveks yüzey üzerinde ayrı bir diyoptrik güç içeren bölüm (segment) yapımı çok daha sonra gerçekleşmiştir. Bu tip lenslerin temel üretim tekniğinin patenti 1906 yılına aittir. Önceleri üretimde 12 ile 60 mm arasında değişen çok farklı segment şekilleri kullanılmıştır. Günümüzde 22 mm, 30 mm, 38 mm ve 45 mm boyutlarında düz ve bombeli segment tipleri kullanılmaktadır.

PROGRESSİVE (GÜÇLERI ARTAN) LENSLERİN TARİHÇESİ

Bifokal lensler sabit miktarda ekstra bir güç sağlayarak net görmeye yardım ederken trifokaller genellikle bir veya daha çok dioptrik kademelerle bu gücü iki yönlü sağlar. Bu bakımdan bazı elastikiyet derecelerine haiz pratiğe uygun bir lens ya da lens sistemi yapabilmek için çok sayıda girişimde bulunulmuştur. Bütün bu çeşit lensler için kullanılan genel terim progressive olarak adlandırılır. Progressive power (güçleri artan) lenslerde geometrik şekle haiz bir yüzeydeki dioptrik güç aşağıya doğru düzgün biçimde artmaktadır. Bu imalatta temel özellik etkili gücün gözün bakış istikametine bağlı olmasıdır. Multifokal alanda gerçek görüntüye sahip ilk progressive adisyonlu lens Varilux 1 idi. 1959’da uzak görüşten yakın görüşe diyoptrisi gittikçe konveks yönde yükselme özelliği taşıyan bu multifokallerin gelişmesine yönelik ilk adımlar optik mühendisi Bernard Maitenaz tarafından atılmıştır. 1972’den sonra diyoptri akış şekilleri değişen görme koridorları değişik çeşitli progressive lens tipleri geliştirilmiştir. Varilüx 2 adı verilen diğer yeni bir ürün Essex silor tarafından üretilerek Essilor International of France tarafından piyasaya sürüldü. Üç bölüme sahip olma özelliği taşıyan lensin üst kısmı, uzak görüş içindir. Orta kısmı giderek artan güçle orta mesafedeki düzeltime ulaşır. Uzak görmedeki netlikten yakın görmedeki netliğe bir görüntü artması olmadan ulaşır. Bu alanda ilk patent 1924 yılında American Optical tarafından alınmıştır.

Birçok ülkede diğer firmaların progressive lensleri kendi imalatları olarak pazarlamaya başlamalarından itibaren genellikle MAİTENAZ dizaynını esas almışlar, ancak geometrik yapısından dolayı istenilmeyen astigmatizm bu alanda hala en büyük handikaptır.

GÜNEŞ GÖZLÜKLERİNİN TARİHÇESİ

Güneş ışınlarının insan gözünü rahatsız ettiği, hatta zarar bile vereceği uzun süredir bilinmektedir. İnsanın kendi doğal koruma mekanizması olan, pupillanın daralması, göz kırpıştırmak, özellikle doğa ile iç içe yaşayan toplumlarda her zaman yeterli olmamıştır. Özellikle kar ve buzla kaplı bölgelerde yaşayan insanların gözleri ışığın yansıyarak iyice yoğunlaşmasından dolayı tehlikedeydiler. Henüz çok eski zamanlarda bile, kemik veya benzer materyallerden imal edilmiş ve ışığın sadece küçük deliklerden geçmesine olanak tanıyan “kar gözlükleri” ile bu tehlikelere mani olunmaya çalışılmıştır.

Renkli camın parlak gün ışığına karşı bir koruma sağladığı çok erken zamanlarda fark edilmiştir. Gajus Plinius, Roma imparatoru Neron’un (37-68) Gladyatör dövüşlerini bir zümrütün içinden bakarak seyrettiğini anlatır. Buda Neron’un büyük ihtimalle güneş ışığından korunmak için zümrütten faydalandığını destekler.

İlk güneş gözlükleri; 15.yüzyıl sonlarına doğru güneşin parlak ışınlarından korunmak amacıyla gözlüklere renkli camlar takılmaya başladı. Almanya’nın Dresden kentinden gelen gözlük araştırmacısı Albert Von Pflugk, en çok yeşil camların, biraz daha ender olarak da mavi camların kullanıldığını yazmıştır.

18. yüzyıldan itibaren güneş gözlüğü gittikçe daha büyük popülarite kazanmıştır. Günümüzde o devirden kalan mavi, yeşil, sarı ve kırmızı camlı pek çok çeşitli çerçeve mevcuttur. Özellikle Çin’de bu dönemlerde güneş gözlüğünün çok önemli bir araç olduğunu anlıyoruz.

19’uncu yüzyılda, hamurundan renkli yüksek diyoptrili gözlük lenslerinin, camın kalınlaştığı bölgelerde daha koyu olmasından dolayı iyi sonuçlar vermediği keşfedildi. Bu nedenle diyoptrili lenslerin üzerine ince boyalı bir cam tabaka yapıştırılmaya başlandı.

Optisyen Simon Plössl (1794-1868) 1829 yılında tüm cam yüzeyi eşit renkli camlar için ilk kez “izokromatik cam” terimini kullanmıştır.

Christoph Scheiner’in “insan gözü – Optiğin Temeli” (Innsbruck 1619) isimli eserinde ise renkli camlardan bakıldığında retinanın renk algılayışı ile ilgili açıklamalar yazmıştır.

Ludwig Böhm (1811-1869) ise göz hastalıklarına renkli camlar tavsiye etmektedir. Özellikle kobalt oksitten dolayı, ışığın yoğunluğunu kesmek için gök mavisi camların en uygun olduğunu açıklamıştır. 1840 yılında Böhm, Rathenow kentinde altı farklı tonda mavi plankonkav cam yaptırmıştır.

1875 yılında “duman rengi” camlarda karar kılınmıştır.

Theodore Fieuzal (1836-1888) kısa dalga boyuna sahip Ultraviole ısınlarının insan gözüne zarar verdiğini ve özellikle bu ısınların mavi camlardan göze ulaşmasının kolaylaştığını ifade etmiştir. Camın hamuruna demir veya bakır oksit karıştırılarak elde edilen sarı renk camlara filtre özelliği kazandırmıştır.

Hizmetlerimizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanıyoruz. sobce.com'u kullanarak çerezlere izin vermiş olursunuz. Çerez politikamız için tıklayın. Kapat